Küresel Isınma Tarımda Acil Yenilikler Gerektiriyor

Küresel ısınmanın önemi artık her kesimce kabullenilmişe benziyor. Birçok ülke bu doğrultuda yeni çarpıcı kararlar aldılar.  Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri dünyada ilk olarak Gıda Güvenirliği Bakanlığını kurdu. Suudi Arabistan’ın, iklim değişikliğinden daha az etkilenmesi için, buğday tarımına son vermiştir[1]. Son tahminlere göre 2050 yılına kadar ortalama sıcaklık 1,3 C0, 2100 yılına kadar 1,2 – 3,7 C0 arsında artış göstereceği beklenmektedir.

Sıcaklığın artışı yanında kuraklar tarımı alabildiğine olumsuz etkilemektedir. Örneğin kurakta, bitki tam gelişemiyor, erken oluma zorlanan bitki, tam dane dolumunu gerçekleştiremeyebiliyor. Tabiiki olay bununla bitmiyor. Değişen iklim hastalık ve zararlı etmenlerinin de yaşamsal değişimine neden oluyor. 1960 yılından beri zararlıların her yıl 2,7 kilometre kuzeye göç ettikleri biliniyor[2]. Hastalık etmenleri ve zararlıların yaşam süreleri uzayabiliyor, hatta üreme hızları artabiliyor, yeni genotipler oluşturabiliyorlar. İşte bu dünya tarımı için bir felaket habercisi. Çünkü söz konusu yeni hastalıklar ve zararlılar için mücadele ilaçlarının henüz piyasaya çıkarılmamış olması.

Tarımın bu tehditlere karşı muhakkak yeni stratejiler geliştirmesi kaçınılmaz. Ekim, sulama, gübreleme teknikleri gibi agronomik seçeneklerin yanında, en etkili çar hastalık ve zararlılardan en az zarar görecek yeni bitki genotiplerinin – çeşitlerin ıslahıdır.

Fakat hastalık ve zararlıların gelişim ve davranışları o kadar çabuk değişmektedir ki, bitki ıslahı ile onlara dayanıklı genotiplerin geliştirilmesi genelde garantilenemez. Çünkü klasik ıslahta, türe bağlı olarak dayanıklı bir çeşidin ıslahı için on ile otuz yıl arasında bir zaman gerekmektedir. Klasik ıslahta, çok şey şansa bağlıdır ve başarı için çok zaman gerekir. Bugün bazı virüs ve mantari hastalıklara dayanıklı çeşitlerin henüz geliştirilememiş olmasının nedeni, klasik ıslahın yetersizliğidir.

İşte burada moleküler ıslah devreye girmektedir. Gen veya genom düzenleme diye bilinen CRISPR/Cas gibi yöntemler[3], daha hızlı ve etkin olarak dayanıklı genotiplerin geliştirilmesinde girmektedirler. Yeni ıslah teknikleri (YİT) diye de tanımlanan bu yöntemlerde, GDO’lardaki gibi dışarıdan herhangi bir gen transferi söz konusu değildir. Tersine, hedeflenen genin, işlem aşamasında uygulanan geçici DNA kesici enzimler yardımı ile susturulması, etkisinin artırılıp azaltılması, mikro-mutasyona tabi tutulması ile yeni genotipler yaratılmış oluyor. Doğal olarak bu yöntemler gen haritaları çıkartılan bitkilerde uygulanabilirler.

İlginçtir, YİT le yeni çeşitler tescil edilmeye başlamış ve ilk olarak bir SOYA çeşidi 2019 yılında tescil edilmiştir. Aynı yılda bitki ıslahında bir ilk gerçekleşmiş ve dört yıllık bir sürede[4] yeni NOHUT çeşidi tescil edilmiştir.

İşin dikkat çeken tarafı, bu yöntemlerle çeşit geliştirme masraflarının, hiç de diğer biyoteknolojik tekniğindeki gibi, örneğin GDO, bir seri risk analizi gerektirmediğinden, yüzlerce milyon dolarlar gerektirmemesi! Yani bu yöntemlerle çeşit geliştirme, küçük ve orta büyüklükteki veya düşük bütçeli yeni müteşebbis bitki ıslah firmaları, üniversite ve kamu kuruluşlarınca gerçekleştirilebilmektedir. Nitekim söz konusu yöntemlerle tescil formalitelerinin, GDO tescil sistemleri ile aynı tutulmadığı ABD’de, son tescil başvurulardan yer alan 23 çeşit adayından yalnız üçü, o büyük – küresel tohumculuk firmalarına aittir. Geri kalanlar ise yeni 5-6 yıllık küçük, orta işletmelere veya yeni müteşebbis firmalarındır.  

Bu yeni bitki ıslah tekniklerinin Avrupa’da devreye girmesine, mahkeme kararı ile yasak getirilmesi ilginçtir[5]. Küresel ısınma gibi bir olgu arifesinde, dünya gıda güvenirliği için kaçınılmaz olacak sıcağa, kurağa, hastalıklara vs. dayanıklı bitki ve hayvan genotiplerin kısa zamanda, daha ucuz bir şekilde geliştirilme kapısının, bir mahkeme kararı ile kapatılması, çağımızda pek akıl kârı gibi görünmemektedir. Avrupa Adalet Divanı’nın (ECJ) gen düzenlemesi hakkındaki Temmuz 2018 kararı ile YİT, AB’nin GDO yönergeleri kapsamında değerlendirilecektir. Yani bir çeşidin geliştirme maliyeti, bir seri testle yüzlerce milyon dolarlara çıkacak ve ürünün ekimi de yasak olacak. Tanım yerinde ise bilim insanına “bu konuda çalışmayın” deniliyor. Durum böyle olunca, bakın bazı konu uzmanlarından birkaç görüş[6]:

  • “Avrupa, son 30 yılın en büyük biyoloji devriminden kopuyor”;
  • “Avrupa, önümüzdeki on yılda, gıda ve tarımdaki yenilikler konusunda çok geri kalacak”;
  • “Bu kararla AB’de son teknoloji ve yenilikçilik için gerileme başlayacaktır”.

Hâlbuki Japon çevre bakanlığı bu konuya çok farklı yaklaşıyor: “ürün, yabani bir tür veya çeşitten nükleik asit içermedikçe, tescil işlemleri GDO kategorisine girmez”[7].

Türk moleküler genetikçileri, bitki ıslahçıları ve tüm yaşam bilimci akademisyenlerin konuya ilgi göstermeleri beklentisi ile…

Nazimi Açıkgöz


[1] http://blog.radikal.com.tr/ekonomi-is-dunyasi/kuresel-isinmanin-tarimda-ilk-can-sesi-suudi-arabistanda-bugday-tarimina-son-22873 

[2] https://www.transgen.de/aktuell/2759.klimawandel-pflanzen-genome-editing.html

[3] http://www.ulusaltarim.com/7353/Tarimda-Yeni-Islah-Teknikleri-

[4] http://blog.milliyet.com.tr/cesit-gelistirme-4-yila-indi/Blog/?BlogNo=612792

[5] https://geneticliteracyproject.org/2018/09/07/europes-restrictions-on-gene-edited-crops-may-cause-exodus-of-biotech-scientists/?mc_cid=6be4d0df10&mc_eid=78da822f05

[6] https://www.euractiv.com/section/agriculture-food/news/eu-farmers-hostages-of-unstable-politics-and-technology-gap-report-claims/

[7] https://www.fas.usda.gov/data/japan-japan-holds-second-meeting-discuss-genome-editing-technology

Bitki Islahında Bir Rekor: Dördüncü Yılda Yeni Çeşit

Pusa 10216 in a field at IARI, New Delhi.

Hindistan, genom destekli bitki ıslah yöntemi ile dört yıl gibi rekor sürede geliştirilen iki nohut çeşidinin duyurusuna hazırlanıyor[1]. Türünün bu ilk çalışmasında, söz konusu genotipler, hem kuraklığa toleranslı ve hem de hastalık dayanıklı. Çeşitler, Hindistan Tarımsal Araştırma Enstitüsü (IARI) ve Raichur (Karnataka) Tarım Bilimleri Üniversitesinin ortak çalışması ile geliştirildi. Bu çeşitlerin ıslahında uygulanan moleküler yöntemler ve genomik yenilikler, nohut gibi baklagiller ve kendine döllenen diğer bitkilerde verimli, kaliteli, çevre ve hastalıklara-zararlılara dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesine örnek olacağa benzemektedir. Hindistan, genom destekli bitki ıslah yöntemi ile dört yıl gibi rekor sürede geliştirilen iki nohut çeşidinin duyurusuna hazırlanıyor[1]. Türünün bu ilk çalışmasında, söz konusu genotipler, hem kuraklığa toleranslı ve hem de hastalığa dayanıklı. Çeşitler, Hindistan Tarımsal Araştırma Enstitüsü (IARI) ve Raichur (Karnataka) Tarım Bilimleri Üniversitesinin ortak çalışması ile geliştirildi. Bu çeşitlerin ıslahında uygulanan moleküler yöntemler ve genomik yenilikler, nohut gibi baklagiller ve kendine döllenen diğer bitkilerde verimli, kaliteli, çevre ve hastalıklara-zararlılara dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesine örnek olacağa benzemektedir.

Çalışmanın çarpıcı tarafı, kısa sürede çeşit geliştirilmesinin ötesinde, günümüz için çok önemli olan kurağa toleranslı-dayanıklı çeşitlerin elde edilmesidir. Dünyayı tehdit eden küresel ısınma olgusunun üretim ayağı için, kurağa dayanıklı genotiplerin öyle kısa sürede geliştirilebilmesi çok yararlı bir gelişmedir. Aslında bitkilerde kurağa dayanıklılıkla ilgili olarak gerek klasik ve gerekse moleküler ıslah çalışmaları yapılmaktadır. Fakat nohudun genetik haritalama çalışmalarında bu görevi üstlenen herhangi bir gen tanımlanamamıştır. Bu kez araştırıcılar kuraklığa dayanıklılıkla ilişkili diğer karakterlerin gen haritalarına yönelmişlerdir[2]. Önce, tüm eldeki nohut genetik materyalinde, kök derinliği ve kök hacmi gibi kuraklıkla ilgili karakterlerin gen haritaları elde edilmiştir. İşte bu çalışmalarla belirlenen kurağa dayanıklılıkla ilişkili ICC 4958 genleri Pusa 372 yerel ve en çok ekilen çeşidine moleküler koşullarda aktarılarak Pusa 10216 kurağa dayanıklı çeşidi geliştirildi. Çok yer ve yılda yapılan denemelerde, bu yeni çeşit orijinalinden %12 daha fazla verim sağlamıştır.

Aynı yöntemle Karnataka vilayetinde fazlaca tercih edilen fakat fusarium spp. hastalığına duyarlı Annigeri-1 çeşidine, bu hastalığa dayanıklı WR315 çeşidinden gen aktarımı yapılarak,  orijinaline göre % 7 daha fazla verim sağlayan Süper Annigeri-1 çeşidini elde ediliyor. 

Geleneksel olarak, nohut gibi kendine döllenen bitkilerde yeni çeşitlerin yetiştirilmesi 10-11 yıl sürebilir. Dünyanın nüfus artışı, gıdalara olan talebin artması ve küresel ısınmanın etkilerinin bugünden yaşanması karşısında amaca uygun yeni çeşitlerin kısa sürede geliştirilebilmesi, dünya bilimi açısından büyük bir başarıdır. Bu başarıda bilim adamlarının ulusal ve uluslararası düzeyde işbirliğinin önemi yadsınamaz. Özellikle yüzyılımızda küresel sıcaklığın 2,5 – 4,3 ° C artacağı tahmin ediliyorken!

Düşük girdili marjinal arazilerde yetiştirilen nohut (Cicer arietinum L.) dünyada 13,2 milyon hektar bir alanda ekilen ve yıllık 11,62 milyon ton üretilen önemli bir baklagildir. 2020 yılında küresel nohut talebinin 17 milyon ton olacağı tahmin edilmektedir.

Nohut üretimini etkileyen çeşitli abiyotik (tuzluluk, ısı) stresleri arasında, özellikle büyüme mevsiminin sonunda kuraklık stresi, dünyanın kurak ve yarı kurak bölgelerindeki nohut üretimini ve verim stabilitesini sınırlayan temel bir kısıtlamadır. Kuraklık, nohutta yıllık % 50’ye varan oranda önemli verim kayıplarına neden olur. O nedenle kuraklığa toleranslı-dayanıklı yüksek verimli nohut çeşitlerinin geliştirilmesine büyük ihtiyaç vardır.

Türk tüketicisi için de vazgeçilmez gıda maddelerinden biri olan nohut, 1900’ lerde 800.000 hektar civarında bir ekim alanına sahipken, son yıllarda bu alan yarıya inmiştir[3]. 2018 yılında ise 520.000 hektara ulaşan ekim alanından 620.000 ton verim elde edilmiştir. Aynı yıl Arjantin, Meksika ve Hindistan’dan 93 bin ton nohut ithal edilerek 118 milyon dolar ödenmiştir.

İşte yukarıdaki örnekten hareketle, 120 kg/da olan verimizi yükseltmemiz olası. Tarım Bakanlığı araştırma kuruluşları klasik ıslahla birçok nohut çeşidini üreticimize sunmaktadır. Yukarıda konu edilen moleküler ıslahtan yararlanarak elde edilecek çeşitlerle, Türk ekonomisine büyük katkılar sağlanabilir. Bu potansiyelde onlarca fakülte-bölüm mevcutken “ıslahçı haklarını – royaliteyi[4]” öne çıkararak, yapılan çalışmalar yerine, bu tip ekonomik araştırmalara yönlenme konusunda bir “farkındalık yaratma” kampanyası mı başlatsak! 

Nazimi Açıkgöz


[1] https://www.icrisat.org/genomics-delivers-super-chickpea-in-record-time/

[2] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3910274/

[3] http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=29998&tipi=17&sube=0

[4]Islahçı hakkı – royalite bir çeşidin ıslahçısına ödenen bir bedeldir. Türkiye şu anda özellikle yabancı çeşitlerin sahiplerine çeşidin ekiliş alanına göre yüzbinlere varan $, € ödemektedir. Ülkemizde bu meblağ özellikle kamuda çalışan ıslahçılara ve ekibine belirli oranda yansımaktadır.

2030’LARDA TARIMDA NELER BEKLİYORUZ

Uluslararası kuruluşlar, ellerindeki olanaklardan yararlanarak, dünyanın celtik3branşlarıyla ilgili potansiyel gelişmeleri ve olası senaryoları yıllık raporlarla kamuoyuna duyururlar. FAO da 2016 yılında, tarımla ilgili olarak bir rapor yayınladı: “World agriculture: towards 2015/2030 AN FAO PERSPECTIVE (https://goo.gl/I46NV6)”. FAO’nun çok disiplinli bir ekibi tarafından hazırlanan bu rapor, ormancılık ve balıkçılık sektörleri de dâhil olmak üzere, geçmişe ve günümüze dayanarak, dünya gıda, beslenme ve tarım alanındaki uzun
vadeli gelişmeleri değerlendirilmektedir.  celtik2

Tarımsal ürün talebi, üretim ve ticaret,  gıda güvenirliği ve yetersiz beslenme konusunda beklenen gelişmelerle yola çıkan raporda, tarımın, kırsal kalkınma, yoksulluğun hafifletilmesi ve genel ekonomik büyümedeki rolü ele alınmakta, ayrıca tarıma, küreselleşme ve serbest ticaretin etkilerine değinilmektedir.

Raporda beslenme yetersizliği ile mücadelede tam başarı sağlanamadığı, tarım alanlarının sulak alanlara ve yağmur ormanlarına kaymaya devam etmesi gibi, dünya ekonomisini ilgilendiren konularda, ülkelerin ve uluslararası örgütlerin dikkatleri çekilmek istenmektedir. Örneğin dünyada eksik beslenen nüfusun 1999’lardaki 776 milyondan, 2015’lerde 610 milyona düştüğünü, fakat 2030’larda ancak 440 milyona düşürülebileceği dile getirilmektedir.

Diğer taraftan, son yıllarda tarımsal üretim ve bitkisel verim artış hızı yavaşlamıştır. Bu yavaşlama, tarımsal girdilerdeki sorunlardan değil de talepten kaynaklanmaktadır. O da 1960 sonrası yaşanan dünya nüfus artış temposundaki yavaşlama ile açıklanabilir. Sonuç olarak, dünya tarımsal ürün talebindeki artış son 30 yılda % 2,2 iken, önümüzdeki 30 için yılda % 1,5’a düşmesi beklenmektedir. Söz konusu artışlarda, günlük kişi başına düşen kalori artışı da etkilidir. 1960’larda 2360 0lan söz konusu birim, 1990’larda 2800, 2015’lerde 2940 olmuştur. 2030’larda günlük kişi başına düşen kalori ise 3050 kcal/kişi/gün olarak tahmin edilmektedir.

2030’lara doğru yıllık kişi başına tüketimindeki değişimde iki gıda gurubu dikkat çekmektedir. 2007’lerde yıllık kişi başı bitkisel yağ tüketimi 12 kg/kişi/yıl,  2030’lar için 14 kg/kişi/yıl olarak tahmin edilmiştir. Aynı dönemler için et tüketimin de %15’lik bir artış söz konusudur.

Bu beklentiler sıralanadursun, bilim ve ticari çevreler 2030’lar için çok sayıda araştırma tamamlamış veya planlamıştır. Birim alandan daha fazla ürün kaldırmaya olanak tanıyan “anıza ekim ve transgenik soya çeşitleri” ile yılın ikinci ürününü  de üreten bazı Güney Amerika ülkeleri, yalnız Avrupa’ya yıllık 40 milyon ton civarında (Türkiye’ye de 3 milyon civarında) yemlik soya ihraç etmektedirler. 2030’lara doğru tarımsal üretimi artıracak bir seri yeni buluş ve araştırma sonuçlarından bazılarına bir göz atalım:

  • Mısır’da araştırmacılar çeltik sulama suyunu yarıya indirecek yöntemler geliştirdiler (https://goo.gl/wR1LoN);
  • Laser gibi çoktandır kullanılan tekniklere ilaveten, tarımsal mekanizasyon kendini sürekli yenilemiş ve insansız traktör kullanımını devreye sokmuştur;
  • İnsan gücüne dayalı çeltik fide şaşırtması, yerini neredeyse tümüyle mekanizasyona bırakmak üzere (Resim!);
  • Uzayda sebze yetiştirme denemeleri başarı ile sonuçlanmış;
  • Kapalı alanlarda çok sayıda raf devreye sokularak vertikal tarım başlatılmıştır (https://goo.gl/o4KsRg);
  • İnsansız hava araçlarının tarımda kullanımının yaygınlaşacağı beklenmektedir (https://goo.gl/xtBemI);
  • Küresel ısınmanın sonucu gelen kuraklığa bir çare olarak “kurağa dayanıklı mısır çeşitlerinin” şimdiden üreticiye ulaştırılmış olması da, gıda yeterliliği açısından 2030’lara doğru kaygılarımızı hafifletmektedir;
  • 180 milyon hektara ulaşarak dünya tarım alanlarının %13’ünde ekilen transgenik bitkilerin yanında, transgenik hayvanların geleceği beklenmekte idi. Ve balıklarda bu, 2015 yılında transgenik somonla gerçekleştirilmiştir (https://goo.gl/K6A21H);
  • Onlarca yılı gerektiren yeni bitki çeşitleri geliştirme konusunda, yeni bitki ıslah teknikleri geliştirilmiştir. Bu yöntemlerde, GDO’lardaki gibi dışarıdan herhangi bir gen transferi söz konusu olmayıp, hedeflenen gen, DNA kesici enzimler yardımı ile susturulmakta veya etkisi artırılıp, azaltılmaktadır. Günümüzde söz konusu yöntemlerden CRISPR-Cas ve TALEN öne çıkmışsa da, 2030’lara doğru, bu tekniklerden hangisinin en etken olarak kullanılacağı henüz tahmin edilemez (http://apelasyon.com/Yazi/440-gen-transfer-devri-kapaniyor-mu).

Türk tarımı da bu ve benzeri yeniliklerden yararlanacaktır. Bunun için matbaaya yüz yıl geç devreye sokmamıza neden olan zihniyetleri aşmış olmamız gerekmektedir. Bugün tohumculuğumuzda yaşanan o, pek sağlıklı olmayan gelişmeler, paydaşları düşündürmektedir. Yabancı çeşitlere veya genetik materyale ıslahçı hakkı ödeyerek çeşit tescil ettirmeler ne ölçüde sürdürülebilir? Bu konuda ulusal insan gücü potansiyelini devreye sokacak yasa-yönetmelikleri hazırlamak o kadar mı zor? İlginçtir, Brezilya tarımsal mucizesini, kamu araştırma kuruluşları, özel sektör ve üniversiteleri bir çatı altında toplayarak gerçekleştirmiştir (https://nacikgoz.wordpress.com/2012/08/).

Nazimi Açıkgöz

DÜNYA TARIM EKONOMİSİNDE GİZLİ BİR KAHRAMAN: CGIAR

Türk aydını maalesef gıda, tarım gibi geleceğimizi derinden ilgilendiren bazı önemli konulara yeterince eğilmediği gibi, basın da gerekli ilgiyi göstermemektedir. 1960’lardan 2010’lara katlanan dünya nüfusunun nasıl doyurabildiği sorusunu kaçımız cevaplayabilir? İkinci “yeşil devrimin” yaşandığı günümüzde, daralan tarımsal BuğÇelWPalanlara, iklim değişiminden etkilenen verime rağmen, gelecekte açlık yaşanmaması için tüm olanakları ile savaşan bir çatı örgütü CGIAR[1]’ı ne kadar tanıyoruz? Belki Filipin’lerdeki Uluslar Arası Çeltik Araştırma Enstitüsü IRRI’yi, Meksika’daki Uluslar arası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi CIMMYT’i bazılarımız duymuştur. İşte bu tip 15 konu enstitüsünü araştırma konularından, eleman teminine, finansmanından, yerel yönetimine koordineli bir şekilde sürdüren üst birim CGIAR’dır. Bu örgüt, Nobel kazanan araştırmacıları ile 1960’larda 100 kg/da olan buğday verimini 2010’larda 300 kg/da’lara ulaştıran yeni çeşitler geliştirmişler ve bu çeşitlerin azami verimini sağlayan su, gübre ve ilaç gibi agronomik parametreleri belirlemişlerdir. Şekilden de anlaşılacağı gibi söz konusu veriler çeltik için 1960’larda 183 kg/da ve 2010’da 435 kg/da’dır. Yani son 50 yılda buğday veriminde sağlanan üç kata yakın bir artışın gizli kahramanı bu kuruluştur.

Söz konusu 15 enstitünün her biri, belirli bitkilere veya farklı tarımsal ekolojik zonlara odaklanmıştır. Örneğin Haydarabat’taki  (Hindistan) ICRISAT[1] salt sorgum gibi yağmur dışı sulanmayan bitkilerin ıslah ve yetiştirme tekniği konusunda yoğunlaşmıştır. Ibadan’da, (Nijer, Afrika) 1967’den beri faaliyet gösteren IITA[2] ise tamamen tropik koşullarda yetişen kültür bitkilerine yönelik çalışmaktadır. LimaPeru’da faaliyet gösteren CIP (Centro Internacional de la Papa – International Potato Center) de patates ağırlıklı olarak Güney Amerika koşullarına odaklanmıştır. Uluslararası gıda politikaları araştırma Enstitüsü – IFPRI, CGIAR’ın Washington’da kurulmuş bir birimi olarak tarım ve gıdanın ekonomi ve politikaları ile ilgilenmektedir.

CGIAR kendisine bağlı enstitülerin diğer birçok kuruluşlarla birlikte oluşturduğu            “İklim Değişikliği, Tarım ve Gıda Güvenirliği” projesi gibi son yıllarda öne çıkan konuları kucaklayabilmektedir. Gizli açlıkla savaş çerçevesinde, klasik ıslahla bitkilere eksikliği söz konusu vitamini veya minerali kazandıracak gen transferi fikri ortaya atıldığında, Birleşmiş Milletlerin Dünya Sağlık ve Gıda ve Tarım örgütleri CGIAR’ı devreye sokmuşlardır. Biyolojik olarak zenginleştirme (BIOFORTIFIDE) ile, gizli açlığın[3] ana nedenlerinden demir, manganez, çinko gibi mikro besin elementlerince zenginleştirilmiş yeni bitki çeşitlerinin geliştirilmesi amaçlanmıştır. CGIAR 2004 yılında başlattığı uluslararası “HarvestPlus Challenge” programı ile kısa zamanda beklenmeyen gelişmeler sağlamıştır[4]. Örneğin Kongo’da vitamin A’ca zenginleştirilmiş kasava ve demircezenginleştirilmiş bakla çeşitleri, Zambia’da vitamin A’ca zenginleştirilmiş mısır çeşidi,  Hindistan’da demirce zenginleştirilmiş cin darı çeşidi, Uganda ve Mozambik tarımı için vitamin A’ca zenginleştirilmiş tatlı patates çeşidi, Hindistan ve Bangladeş için çinkoca zenginleştirilmiş çeltik çeşidi tescil edilmiştir.  2014 yılı içinde de Hindistan ve Pakistan için yine çinkoca zenginleştirilmiş buğday çeşitlerinin tescili beklenmektedir. Örgüt, özellikle biyoçeşitliliği koruma konusunda önde gelen kuruluşlardan biridir. Partner enstitüleriyle birlikte sahip olduğu 11 gen bankasında 710.000 örneğe sahiptir. Ayrıca CGIAR enstitüleri, Norveç’de kurulu  Svalbard Küresel Tohum Bankasının, özellikle kültür bitki tohumlarının temini ve canlılığının devamının sağlanması konularında destek vermektedirler.

CGIAR özel bir fon yönetimine sahiptir. Minimum 100.000 US$’lık bir katkı ile ülkeler, vakıflar ve uluslararası STK’rının’ın katılabildiği bu fonda destek seçenekleri oldukça fazladır. O ölçüde de desteklerde hedef belirleme şansı da verilmektedir fon üyelerine. Örneğin Türkiye “SÜNE” veya “KIMIL” konusunda araştırma yapmak koşuluyla herhangi bir enstitüye bağışta bulunabilir. CGIAR’a bağlı enstitülerin geliştirdiği çeşitler için de ıslahçı hakları (fikri mülkiyet hakları) talebi söz konusu olmamaktadır.

Destekleyicileri arasında Türkiye’nin de bulunduğu kuruluşun bizi yakından ilgilendiren bir enstitüsü de ICARDA[5]’dır. 1977 yılında Halep – Suriye’de kurak bölge sorunlarına yönelik tarımsal araştırmalar yapmak üzere kurulan ICARDA Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızla sıkı işbirliği içindedir. 2013 yılında imzalanan protokolle var olan projelere ilaveten kışlık buğday ıslahı, bitki hastalıkve zararlılarıyla entegre mücadele ve kuraklık araştırmalarında işbirliği konusunda anlaşmaya varılmıştır. Fakat son Suriye krizi nedeniyle merkezini Lübnan’a taşıyan kuruluşun, özellikle tarla denemelerinde çektiği sıkıntılar basında da yer almıştır. “Ürünü direnişçilere bırakmak koşulu ile yalnız verilere razı olmak” zorunda kalmıştır. Söz konusu uluslararası tarımsal araştırmaların birçoğunun ülkemize kaydırılması için gerekli desteğin verilmesi yerinde olacaktır. Unutmamak gerekir ki, mevcut buğday çeşitlerimizin birçoğunun ebeveyni CGIAR kuruluşu CIMMYT kökenlidir.

Nazimi Açıkgöz

[1] International Crop Research Institute for the Semi-Arid Tropics

[2] International Institute of Tropical Agriculture

[3] Genelde yeterli ve düzgün beslenememenin sorun olduğu, görünüşte pek fark edilmeyen fakat yorgunluk ve zaafiyetin yaşandığı bir hastalık. Mineral ve vitamin eksikliğinden kaynaklanan bu hastalık, dünya nüfusunun 1/3’ü için geçerli olup, özellikle çocuklarda körlük ve zekâ geriliği, kadınlarda doğum esnasında ölümlere neden olmaktadır.

[4] https://nazimiacikgoz.wordpress.com/2013/08/06/ilaclar-artik-tarlalardan/

[5] International Center for Agricultural Research in the Dry Areas

Nazimi Açıkgöz

[1]Consultative Group on International Agricultural Research, Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Gurubu  

[2] Genelde yeterli ve düzgün beslenememenin sorun olduğu, görünüşte pek fark edilmeyen fakat yorgunluk ve zaafiyetin yaşandığı bir hastalık. Mineral ve vitamin eksikliğinden kaynaklanan bu hastalık, dünya nüfusunun 1/3’ü için geçerli olup, özellikle çocuklarda körlük ve zekâ geriliği, kadınlarda doğum esnasında ölümlere neden olmaktadır.

[3] http://blog.milliyet.com.tr/ilaclar-artik-tarlalardan-/Blog/?BlogNo=427502

[4] International Crop Research Institute for the Semi-Arid Tropics

[5] International Institute of Tropical Agriculture

[6] International Center for Agricultural Research in the Dry Areas

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI YENİ TARIMSAL STRATEJİLER GELİŞTİRİLMELİDİR

Sel felaketleri, kuraklık, gıda fiyatlarındaki artışlar ve kıtlık gibi kavramlar, KÜRESEL ISINMANIN hiç de hafife alınmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Kuraklıkların oluşma sıklığı geçtiğimiz 30 yılda iki kat artmış olması, zaten işin ciddiyetini yeterince ortaya koymaktadır. İklim değişikliklerinin etkileri ile ilgili senaryolardan birinde Belçika, Hollanda, Danimarka, Letonya, Estonya ve Litvanya’nın tamamen sular altında kalacağı bekleniyor. Fransa’nn Paris’e, Almanya’nın Berlin’e kadar, İtKüresel ve Tarım2alya’da Po Ovasının denizle kaplanacağı da tahminleniyor. Söz konusu iklim değişikliğinin özellikle Akdeniz Bölgesinde tarımı çok etkileyeceği ve bazı bitkilerde örneğin buğdayda %20, çeltikte %30 ve mısırda  %47’ler seviyesinde verim kayıpların yaşanacağı bekleniyor. Bu yönde yapılan birdiğer tahmine göre (Şekil)  2080’lerde bazı ülkelerde tarımsal üretim kapasitesi azalırken, bazı ülkelerde artacaktır.

  • Afganistan, Arabistan ve Türkiye’nin oluşturduğu bir gurupta verimlilik %15 azalacak;
  • İran, Irak, Suriye, Pakistan ve Hindistan gibi Asya ülkeleri ile Afrika ülkelerinde ise %50 düşecektir;
  • Buna karşın Avrupa, Rusya ve Orta Asya’da küresel ısınma sonucu tarımsal verimlilik %15,  İsveç, Norveç, bazı Orta Asya ülkelerinde %35 artacaktır.

S. Arabistan’ın 2016’dan sonra buğday tarımına son verme kararı tüm bu tahminlerin ne derece gerçekçi olduğunun belgesidir[1] (Bu konu önceki bloglarda daha detaylı olarak ele alınmıştır (makale)).

Dünyada çoğalan nüfus, günlük kişi başına kalori tüketimindeki artış ve daralmakta olan ekim alanlarına rağmen, 2050’lerde  %70 daha fazla tarımsal üretime gereksinim duyulacaktır. Bu beklentilere karşın  bir çok ekolojik kısıt şimdiden karşımıza çıkmaya başlamıştır: Sıcaklık artışı, düzensiz yağış, tuzlanma, su kesmesi gibi bir çok abiyotik ve hastalık, zararlı gibi biyotik fakörler tarımsal üretimi olumsuz etkileyecektir. Peki gerekecek üretim artışı nasıl sağlanabilir? FAO,  fazla üretim”in %9’unun yeni arazilerden, %14’ünün yeni agronomik uygulamalardan ve %77’sinin ise verim artışından sağlanabileceğini tahmin etmektedir. Dünyanın tek elden tarımsal araştırmalara eğilmesini sağlamak üzere harekete geçen politikacı, bilim adamları ve tüm paydaşlar CGIAR’ı (Consultative Group on International Agricultural Research – Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Merkezi) oluşturulmasına karar vermişlerdir. Bu merkez de, dünya tarımsal olanaklarındaki olası değişiminde gıda üretimini sürdürebilecek sistem arayışını gerçekleştirmek üzere, kendi bünyesinde bir program başlatmıştır: CCAFS – Research Program on Climate Change, Agriculture and Food Security (İklim Değişikliği, Tarım ve Gıda Güvenirliliği Araştırma Programı). Söz konusu proje üç ana başlığa odaklanmıştır:

  • Tarım sistemlerinin yeni teknoloji ve politikalara adaptasyonu;
  • Potansiyel üretim ortamlarına, abiyotik (kuraklık vs.) ve biyotik (hastalık vs.) koşullara uygun yeni genotiplerin geliştirilmesi;
  • Amaca yönelik gen kaynaklarının belirlenmesi, korunması ve sürdürülmesi

Değişen koşullara en uygun genotiplerin geliştirilmesine yönelik araştırmalar, öncelikle Afrika ve Asya’ya odaklanmıştı. Bu çabalar, özellikle oluşturulan sivil toplum kururluşları ve araştırmaya yönelik dünyaya örnek olacak ortak organizasyonla aşağıdaki gelişmelere olanak yaratmıştır:

  • African Agriculture Technology Foundation (AATF)’un The Water Efficient Maize for Africa (WEMA) projesi ile çiftçiye ıslahçı hakkı ödemeden, kurağa dayanıklı mısır çeşitleri geliştirmeğe başlamıştır.
  • Kuzey Afrika Biyoteknolojik İşbirliği (New Partnership for Africa’s Development North Africa Biosciences Network) Mısır, Tunus ve Cezayir, Kanada Uluslar Arası Kalkınma Araştırma Merkezi işbirliğinde 30 araştırmacı ile her ülke için iki kurağa dayanıklı arpa çeşit geliştirme çalışmalarını başlatmıştır.
  • Mısır’lı araştırıcılar kurağa dayanıklı buğday genotiplerini tarla koşullarında denemeye başladılar bile. Hem de dayanıklılık genini (HVAI1) arpadan alarak.
  • Yine Hindistan’da “Rice Research Institute” (CRRI) sadece yağmurla sulanan koşullar için kurağa dayanıklı çeltik çeşitleri geliştirdiler.
  • The International Crops Research Institute for the Semi-Arid Tropics (ICRISAT) kurağa, yüksek sıcaklıklara, tuzluluğa dayanıklı nohut hatlarını belirlemiştir.

Yukarıdaki haritadan Türkiye’nin küresel ısınmadan oldukça fazla etkileneceği kolayca anlaşılabilir. Peki ülkemiz böyle ciddi bir tehlikeye nasıl bakıyor? Hazırlanan “TÜRKİYE TARIMSAL KURAKLIKLA MÜCADELE STRATEJİSİ VE EYLEM PLANI (2013-2017)” nında kurağa dayanıklı çeşit geliştirilmesine ait tek madde aşağıya çıkarılmıştır! (plan): Aceba ulusal basın bu konuda haklı mı? ”Kuraklıkta plan var, eylem yok!”

 

Öncelik / Tedbir

Sorumlu Kuruluş İşbirliği Yapılacak Kuruluşlar Başlama Yılı -Bitiş Yılı

Yapılacak İşlem ve Açıklamalar

Tedbir 4.1.2. Kuraklığa dayanıklı yeni bitki çeşitleri ıslah edilmiş ve bölgelere göre ıslah çalışmaları devam etmektedir. Ayrıca bu çeşitlerin nitelikli tohumluklarının yeterli miktarda üretimi konusunda gerekli tedbirler alınacaktır. GTHB Üniversite, Uluslar- arası Araştırma Kuruluşları, Özel Sektör Araştırma ve Tohumculukla İlgili Kuruluşlar 2013-2017

 

Kuraklığa dayanıklı yeni çeşitler ıslah edilecektir. Kuraklığa dayanıklı çeşitlerin, bilinmesi ve tohumluk sağlanması, mevcut çeşitlerden kuraklığa toleranslı olduğu tespit edilen çeşitlerin, en kısa sürede ihtiyaç olan miktarlarda tohumluk üretimlerinin yapılması ve çiftçi ihtiyaçlarının karşılanması

  Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz

 

[1] http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/kuresel-isinmanin-tarimda-ilk-can-sesi-suudi-arabistanda-bugday-tarimina-son-22873

2050’LERDE DOYABİLMEMİZ İÇİN…

Analizleriminden birinde (Açıkgöz 2014) gelişen refah nedeniyle, 2050 yıllarına doğru, kişi başına günlük kalori tüketiminin %11 artacağı, ayrıca bazı gıda türlerinde kişi başına düşen yıllık gıda tüketiminde çarpıcı değişimler beklendiği ele alınmıştı. Örneğin tahıllarda herhangibir değişim beklenmezken, şekerde %14, baklagillerde %15, bitkisel yağlarda %33, etde %26, süt ve mamüllerinde %19 artış yaşanacağı dile getirilmişti. Bu değişim beklentisinde, ulusal ve uluslar arası araştırma ve yatırım stratejistlerinin gerekli uyarıları yapacakları muhakkak. Aynı yazıda, dağınık yapıdaki  tarımsal  araştırma kurumlarının tek bir çatı altında toplanmasının kaçınılmaz olduğuna da dikkat çekilmeye çalışılmıştı.

mısırveriminde artış X

İşlenen tarım arazilerinde büyük bir değişim olmamasına rağmen, 1960’ larda 3 milyar iken ikiye katlanan dünya nüfusunu nasıl besleyebildiğimize de bir açıklama getirelim (Grafik): (Türkiye’deki verimin AB’de ortalamasını geçtiğine ve 50 yıl içinde 4 kat artarak 750 kg/da’a ulaştığına dikkat!)  Söz konusu artış tarımsal araştırma ve geliştirmelerle sağlanmış. Örneğin bitki boyu ıslahla kısaltılarak, gübreleme ve sulamaya uygun bir yapı kazandırılmıştır.

1960 sonrası tarımsal üretim artışının, 2050’lere nasıl yansıtılabileceği Uluslar arası Gıda Politikaları araştırma Enstitüsünün (International Food Policy Research Institute (IFPRI)) yayınladığı bir raporda (rapor) ele alınmıştır. Söz konusu rapor, şu anda tükettiğimiz gıdanın ortalama %70’i kadar daha fazla üretilmesi gerektiğine değinmektedir (artış et için: %80, tahıl için %52). Rapor tüm tarımsal üretim seçeneklerinin her ekoloji için detaylı olarak araştırılması halinde, arzulanan fazla besin maddesi üretiminin gerçekleşebileceği, hatta gerekli olan miktarın da üstüne çıkabileceğini müjdelemektedir. Üretim arışını sağlayacak yeni teknolojileri de kucaklayan seçenekler üç ana gurupta toplanmıştır:

  1. Bitkisel verimliliği artırmak için tarımsal araştırmalara yoğun yatırımlar yaparak, sıcağa, kurağa, biyotik (hastalık-zararlı) ve abiyotik (tuzluluk vs.) koşullara karşı dayanıklı çeşitleri geliştirmek;
  2. Kaynakların etkin kullanımını sağlamak için anıza ekim, hassas tarım, toprak verimliliğinin titiz yönetimi, ikinci ürün gibi agronomik seçeneklerin, araştırmalarla belirlenip uygulamaya geçirilmesi;
  3. Sulama tekniklerini detayla araştırarak, başta su tasarrufu olmak üzere kısıtlı su kaynağını en etken şekilde kullanmak üzere sulama sistemlerinin belirlenmesi.

Bu seçenekleri kombinasyonlarının modellemesi (MIRC A1B) ile üç temel bitkide (mısır, çeltik ve buğday) bir simülasyon çalışması yapılmış ve her bir seçeneğin hangi oranda verim artışı sağlayabileceği oranlara ulaşılmıştır (çizelge).

Seçenekler

Mısır (%)

Çeltik (%)

Buğday (%)

Azottan etkin yararlanan çeşitler

11

20

6

Anıza ekim

16

16

Sıcağa dayanıklı çeşitler

16

3

9

Hassas tarım

4

9

10

 Bu çizelgeden de izlenebildiği gibi azottan etkin yararlanan çeşitlerle çeltikte %20, anıza ekim (no‐till) mısır ve buğdayda %16, sıcağa dayanıklı çeşitlerin devreye girmesi ile mısırda %16 ve hassa tarım uygulaması ile buğdayda % 10 oranında verimin artabileceği ortaya çıkmıştır. Bunların dışında hastalıklara ve zararlılara dayanıklı yeni genotipler ve diğer seçeneklerle %50 civarında verim artışının sağlanabileceği beklenebilir.

Söz konusu raporu ele alan başka bir analizde (belge) verim artışını sağlayacak sihirli bir değneğin olmadığı vurgulanırken,  yukarıdaki konu ile ilgili araştırmaların, bir an önce başlatılması dile getirilmektedir. Aslında, söz konusu model araştırma sonuçlarını doğrulayan bazı seçenekler şimdiden uygulamaya geçirilmiştir.  Arjantin örneğinde olduğu gibi biyotek çeşitlerin de devreye girmesi ile anıza ekim ülkeye milyonlarca hektar arazide bir yılda iki ürün alma fırsatı sağlamıştır. Anıza ekimle, toprak hazırlığı için gerekli 4-7 gün kazanılarak, mısır, çeltik, susam gibi bazı yazlık bitkilerin, buğday-arpadan sonra yılın ikinci ürün olarak ekimine olanak sağlamaktadır. Ülkemizde de başlatılan bu uygulamada en büyük sorun, mevcut çeşitlerin vejetasyon uzunluğu nedeniyle sonbaharın erken soğuklarında dane bağlayamamasıdır[1]. Söz konusu yazlık bitkilerde erkenci çeşitlerin ıslahı da tarımsal üretimin artışına katkı sağlayabilecektir.

Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz


[1] Genelde bitkilerde çiçek tozları 18 C0 altında yaşayamazlar.

2050’LERDE HANGİ GIDALARI, NE MİKTARDA TÜKETECEĞİZ?

Küresel ısınma başta olmak üzere, artan nüfus ve yükselen refahla birlikte daha fazla günlük kalori gereksinimi gibi birçok nedenle 2050’lerde

2050deNE2

bugünkü üretilen gıda maddeleri miktarının %50-%70 artırılması gerektiği öngörülmektedir. Fakat nüfus artışından kaynaklanan kişi başına yıllık tarım alanlarındaki dramatik düşüş ilgilileri gerçekten düşündürmektedir.  Nitekim şu anda her yıl işlenen 1,38 milyar hektar araziden bir kişiye düşen pay, 1960’larda 4,5 dekar (4,500 m2) iken 2010 yılında 2,4 dekara düşmüş, 2050 yılında da 1,8 dekara inmesi beklenmektedir. Peki bu açık nasıl kapatılabilecektir? Yalnız birim alandan kaldırılacak ürünün, yani verimin artırılması çare olabilir mi? İşte burada tarım stratejistlerinin gelecekte hangi tarım ürününün ne miktarda tüketilmesinin beklendiğini bilme zorunluluğu öne çıkmaktadır. Bu soru başta FAO, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Dünya Gıda Programı (WFP), Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) ve CGIAR gibi çok sayıda uluslar arası kuruluş raporlarında yanıt bulmaktadır.  Çizelgeden de anlaşılacağı gibi ana ürünlerin 2005, 2006 ve 2007 yıllarında kişi başına yıllık tüketim ortalamaları ile 2050 yıllarında beklenen değerler ele alınmış ve farkların, gözlenen değerlere oranı (%) hesaplanarak son sütundaki çarpıcı verilere ulaşılmıştır. Bu rakamlara dayanarak, hangi ürünlerin daha çok tüketileceği kolayca anlaşılmaktadır. Bu verilere göre gelecekte bazı ürünlerin araştırmasına, yatırımına ve üretimine öncelik verebiliriz.

AB 2007’de işleme koyduğu 7. Çerçeve araştırma projelerinde bilme dayalı biyoekonomik projelerinde önceliği baklagil ağırlıklı bitkilere vermiştir[1]. Bu yaklaşımda ilke, Akdeniz diyetinin temel gıdası olan bu ürünün, özellikle kuzey Avrupa’ya yayılması ve sağlıklı beslenme açısından toplumuna sahip çıkarken, sağlık giderlerini de azaltmaktı. Bu örnekten hareketle, çizelgedeki oranları ülkemiz tarımı için tek tek ele alalım:

  • Önce kişi başına yıllık kilokaloride beklenen artışa bir göz atalım: 2772’den 3070’e çıkması beklenen bu enerjinin karşılanması için, gerek bitkisel ve gerekse hayvansal gıda tüketiminde artışlar yaşanacağı ve bu nedenle söz konusu ürünlerin diğerlerine nazaran öne çıkacağı bir gerçektir.
  • Tahıl tüketiminde sanki bir değişim olmayacakmış gibi görünen “%1” aslında biraz yanıltıcı. Çünkü Çin gibi yüksek nüfuslu bir ülke hızla buğdaydan pirince geçişi izlediğimiz bu günlerde, tahılların içinde ayrı bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılıyor. Nitekim Türkiye’de de kentleşmeden de kaynaklanan nedenle, yıllık kişi başına pirinç tüketiminin son 30 yılda iki misline çıktığına bu linkte detaylı olarak değinmiştir.
  • Kişi başına yıllık şeker tüketiminin belirtilen süre içerisinde 22 kg. dan 25 kg. a çıkmasının beklenmesi sakın şeker pancarı üreticilerini sevindirmesin. Çünkü şeker kaynağı olarak şeker kamışı öne çıkacaktır. Hatta şeker pancarı, ekim alanı daralacak tek kültür bitkisi olacaktır.
  • Baklagil tüketiminde bir kg.lık artış aslında bu gurup bitkilerin %15 artışı anlamına gelmektedir.
  • Çizelgede en fazla artış beklentisi bitkisel yağlarda izlenmektedir. İthalatçısı olduğumuz bu katagori için Türkiye’nin özel stratejiler geliştirmesi gerekecektir.
  • Et ve süt konusu tartışılmaz tüketimi artması beklenen gıda kaynaklarıdır.

Bu gıda katagorilerinin beklenen artışlarına göre her ülkenin gerekli yatırım ve araştırmalara yeniden yön vermesi gereği karşımıza çıkıyor. Peki, politikacısından bürokratına, bilim adamından, yatırımcı özel sektörüne bu detaylara ne oranda vakıfız? Geleceğin planlanmasında zaten adı geçen şahıs ve birimler değil de “düşünce kuruluşları” görev üstlenmişlerdir.

Daralacağı beklenen ekim alanlarına karşın daha fazla üretmek için birim alandan daha fazla verimi sağlayacak biyoekonomik araştırmalar için bütün ülkeler adeta yarış içindedirler. Diğer taraftan küresel ısınma ile birlikte oluşacak koşullara uyabilecek yeni çeşitler (bakınız) için her ülke bitki ıslahına yönelik çok farklı sistemler-stratejiler geliştirmek zorundadırlar. Nitekim BRIC ülkeleri tarımsal araştırma sistemlerini adeta yeniden yapılandırmışlardır. BREZİLYA tohum ıslahının önemini fark eden ilk gelişmekte olan ülke olarak- Tarım Bakanlığı, Tohumculuk sektörünü ve Üniversiteleri Tarımsal Araştırma Konseyi “EMBRAPA” adı altında toplamıştır. Bu kuruluş Brezilya’nın birçok üründe dünya pazarında lider olmasını sağlarken, yalnız “çeşit geliştirme” ile de kalmamıştır. Geliştirilen çeşitler öylesine agronomik olanaklara fırsat yaratmıştır ki, üreticisine bir yılda iki soya ve bir yılda “buğday + soya” yani aynı araziden yılda iki ürün alma fırsatı sağlamıştır (bakınız).

Hindistan tarımsal araştırmalarını ICAR (Hindistan Tarımsal Araştırma Konseyi) 59 enstitüsü,  69 Ziraat Üniversitesi ve  636 istasyonu ile  onlarca kültür bitkisinde biyotek çeşit adayları ile ülkenin yarınları için gerekli yeni çeşit gereksinimini karşılamaktadırlar (http://www.washingtonbanglaradio.com/content/14886714-new-paradigms-agricultural-research#ixzz2qmhyxNrv).

Peki, Türkiye onlarca Ziraat Fakültesinde (biyoloji bölümlerini de unutmayalım) çalışan binlerce araştırıcıyı devreye sokmayarak, yani bir ulusal “Tarımsal Araştırma Konseyini” hala kurmadan geleceğin yeni çeşitlerini nasıl geliştirecek? Batıda var olan özel bitki ıslahı kuruluşları genelde Üniversite kaynaklı “melek yatırımcılarca”  kurulmuştur. Tabii ki Üniversitenin devrede olmadığı genetik çalışmalar, gerekli yarı-yol materyali sağlayamayacaktır. İşte royalite de (ıslahçı hakkı) ödenerek ithal etmek zorunda kaldığımız TOHUMUN çözülemeyen sorunu burada başlıyor.

Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz


[1] Birleşmiş Milletler 2016 yılını baklagil yılı ilan etmiştir!

KÜRESEL ISINMA YENİ ÇEŞİTLER, ONLAR DA YENİ STRATEJİLERİ GEREKTİRİYOR

2013 sonbaharında Dünya Küresel Isınma Konferansında “KÖMÜR LOBİSİ”, küresel ısınmaya yönelik ilgili acil tedbirlerin gereksiz olduğunu ileri sürmüştür. Yine bazı bilim adamlarının savına göre  de küresel ısınma artış hızı, önceki tahminlerin altında kaldığından iklim değişikliği ile ilgili tedbir almaya datarladenemesi1 gerek yoktur.  Bu yaklaşımlara rağmen genelde, önümüzdeki yüz yıl içinde küresel sıcaklığın 5,8 C°’den fazla artış gösterebileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Daha önce pek fazla bilinmeyen açlık, sel felaketleri, tatlı su eksikliği gibi kavramlar söz konusu bu öngörünün habercisi niteliğindedir. Kuraklıkların oluşma sıklığı geçtiğimiz 30 yılda iki kat artmıştır. Bütün bunlar dikkate alındığında biyoyakıtlar başta olmak üzere tüm temiz enerji kaynaklarının devreye sokulup, 2020’lerde sera gazlarının etkisini en aza indirgeyerek, küresel ısınmaya “dur” denmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede hemen her ülke Kyoto protokolü gereği 2020’ler için temiz enerjiyi devreye sokarak, salımı azaltma veya sınırlama yükümlülüğünü kabul etmiş ve “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planlarını” uygulamaya koymuştur. Örneğin Avrupa Birliği %20 – %30, Avustralya %15 – %25’e, ABD %17, Türkiye %11’lik salım azaltmayı taahhüt etmiştir. İşte tam bu aşamada, dünya gıda fiyatlarını yükselttiği gerekçesi ile Avrupa Birliği (AB)’nin biyoyakıt kullanımına sınırlama getirmesi  bazı kesimlerin itirazlarına neden olmuştur.

Dünya ekonomisinin sürdürülebilir bir tarımsal üretime gereksinim vardır. Değişen iklim koşullarında bunun sağlanması bilim adamlarından gazeteciden bürokrata tüm paydaşların sağlıklı bilgilerle donanarak oluşacak görüşleri açıklamaları, politikacı ve ilgili diğer birimlerin kararlarını bu gerçeklere dayanarak vermeleri ile olasıdır.

2030’lara doğru tarım ürünlerinin %35 artması beklenmektedir. Fakat iklim değişikliğinin olumsuzlukları nedeniyle bunun gerçekleşmesine şüphe ile bakılmaktadır. FAO, söz konusu açığı kapatacak artışın %9’unun yeni arazilerden, %14’ünün yeni agronomik uygulamalardan, %77’sinin ise verim artışından sağlanabileceğini tahmin etmektedir. Yine aynı kaynaklar göre buğday, mısır ve çeltik için verim düşüşlerinin sırasıyla %13, 12 ve 23 olacağını, fiyatların da sırasıyla %75, 90 ve 89 oranında artacağı beklenmektedir. Bu durum karşısında politikacı, bilim adamları ve tüm paydaşlar harekete geçmişler ve CGIAR’ı (Consultative Group on International Agricultural Research – Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Merkezi) bu konuda görevlendirmiştir. Bu merkez de, dünya tarımsal olanaklarındaki olası değişiminde gıda üretimini sürdürebilecek sistem arayışını gerçekleştirmek üzere, kendi bünyesinde bir program başlatmıştır  (CCAFS – Research Program on Climate Change, Agriculture and Food Security – İklim Değişikliği, Tarım ve Gıda Güvenirliliği Araştırma Programı).

Söz konusu proje üç ana başlığa odaklanmıştır. Tarım sistemlerinin yeni teknoloji ve politikalara adaptasyonu; potansiyel üretim ortamlarına, biyotik (kuraklık vs.) ve abiyotik (hastalık vs.) koşullara uygun yeni genotiplerin geliştirilmesi; amaca yönelik gen kaynaklarının belirlenmesi, korunması ve sürdürülmesi.

Bitki ıslahı ile yeni bir çeşidin geliştirilmesi planlamadan tescile uzun bir süreci gerektirir. Küresel ısınmada tarımsal üretimin sürdürülebilmesi, değişen koşullara en uygun genotiplerin belirlenmesi ile olasıdır. Çevre dostu bu genotiplerin belirlenmesinde öncelikli olarak kurak, tuzlu koşullar, sıcak, soğuk gibi abiyotik koşullara dayanıklılık öne çıkmaktadır. Modern biyoteknolojinin de devreye girmesi ile şimdiden birçok çeşit kullanıma sunulmuştur. Kurağın önem kazandığı Afrika, bu amaca yönelik değişik araştırma modelleri ile adeta dünyaya örnek oluşturuyor. African Agriculture Technology Foundation (AATF)’un The Water Efficient Maize for Africa (WEMA) projesi ile çiftçiye ıslahçı hakkı ödemeden, kurağa dayanıklı mısır çeşitleri geliştirmeğe başlamıştır. Afrika’nın kurağa dayanıklı arpa çeşidi geliştirme atılımı ise bilim stratejisi açısından bir başka örnektir. Kuzey Afrika Biyoteknolojik İşbirliği (New Partnership for Africa’s Development North Africa Biosciences Network) Mısır, Tunus ve Cezayir, Kanada Uluslar Arası Kalkınma Araştırma Merkezi işbirliğinde 30 araştırmacı ile her ülke için iki kurağa dayanıklı arpa çeşit geliştirme çalışmalarını başlatmıştır. Mısır’lı araştırıcılar kurağa dayanıklı buğday genotiplerini tarla koşullarında denemeye başladılar bile. Hem de dayanıklılık genini (HVAI1) arpadan alarak.  Yine Hindistan’da “Rice Research Institute” (CRRI) sadece yağmurla sulanan koşullar için kurağa dayanıklı çeltik çeşitleri geliştirdiler.

İklim değişiminden etkilenmeyecek ülke düşünülemez. Küresel ısınma hiçbir kültür bitkisine farklı davranmayacaktır. Artan tüketici tercihleri ve değişen agronomik uygulamalar (ana ürün, ikinci ürün, açık, sera vs.) göz önünde bulundurulduğunda, yarınlar için on binlerce yeni genotipin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu çeşitlerin geliştirtmesi için, sürdürülebilir ıslah projeleri planlanıp hazırlanması gerekmektedir. İşte bu uygulama da yeni stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Söz konusu ıslah çalışmalarının bir noktadan yöneltildiğini varsayıp, bir senaryo oluşturalım: En uygun noktada, en uygun kadro ile öncelik sırasına göre, her bitkinin hedeflenen amaçları için fizyolojik, morfolojik, moleküler karakterizasyondan başlayıp, melezleme, seleksiyon, tarla denemeleri ve tescile varan yani çiftçiye ulaştırılabilecek bir dünya ıslah projesi. Böyle bir projede öncelik mısır, buğday gibi ana bitkilere verilebilir. CYMMYT’in (International Maize and Wheat Improvement Center) genelde gelişmekte olan ülkelerde sürdürdüğü küresel ısınmaya dayanıklı çeşit geliştirme çalışmalarının tüm ülkelere genellendiğini ve CCAFS hedeflerine yönelik çalıştığını varsayalım. Bu arada her ülkenin, Brezilya’nın EMPRAPA örneğinde olduğu gibi özel sektör, kamu ve üniversiteleri kucaklayan bir kadro ile araştırma potansiyellerinin tümünden yararlanmaya başladığını düşünelim. Her iki sistemin koordineli çalışması, yarınların değişen iklim koşullarında, buğdayın tüm tüketim hedeflerine yönelik çeşit sorunu çözümleyemez mi?

Böyle bir senaryo tüm bitkilere, uygulandığında, en azından tekrarlardan sağlanacak kazanç ve tüm potansiyel araştırıcıların devreye girebilmesi ile küresel ısınma sonu, oluşacak yeni ekolojilere adapte olabilen çeşitler geliştirilmeye başlanabilir.

Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz