Canlılar Patentlenebilir mi?

Patent, bir buluşun sahibine belirli bir süre için özel haklar veren bir belgedir. Patent, yeni ve sanayide uygulanabilir buluşlar içindir. Patent başvurusu ilgili kuruma gerekli evrakları sunarak gerçekleşir. 

Canlılarda İlk Patent

Dünyada ilk patentlenen canlı, 1980 yılında ABD’de bir bakteri türüydü. Petrol kirliliğini temizlemek için genetik olarak değiştirilmiş bu bakteri sahibine belirli bir süre için özel haklar sağlamakla kalmadı, aynı zamanda  canlıların patentlenebilmesinin önünü açtı.

Canlılarla İlgili Türkiye’de İlk Patent

Ülkemizde patentlenen ilk ve tek biyoteknoloji buluşu, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nesrin Özören’in geliştirdiği bir kanser aşısıdır. Bu aşı, vücudun bağışıklık sistemini kanser hücrelerine karşı savaşmaya teşvik ediyor. Söz konusu aşı Dünya’da ilk ve tek olan ASC mikrokürecik teknolojisiyle oda sıcaklığında 30 gün dayanabilen aşı modeli ile geliştirilmiştir (patent: TR 04773 B ve PCT/IB2013/053079).

Yeni bitki çeşitleri ile ilgili ıslahçı hakları  

Bitkilerde patent olayı, bitki ıslahçıları tarafından ıslah edilen yeni genotiplerin yani yeni çeşitlerin korunması amacıyla geliştirilmiş bir sistemdir. Tescil diye tanımlanan bu işlemle, yeni çeşidin üretimi, satışı ve ticari kullanımından doğacak tüm haklar, fikri mülkiyet hakkı, ıslahçı hakkı veya royalite adı altında ıslahçısı şahıs, kuruluş veya firmaya tahsis edilmiş oluyor.

Islahçı Hakları Ne Zaman Dile Getirildi

Daha 19. yüz yılda ıslah edilen bitkilerde ıslahçısının bir hakka sahip olması gerektiği fikri öne sürülmeye başlamıştı. Fakat o yıllarda ABD’de, üniversite ve kamu araştırma kuruluşların geliştirdikleri çeşitlerden herhangi bir gelir beklentisi öngörülemezdi. Çünkü bitki ıslahı yapan üniversiteler ve araştırma kuruluşları kamu görevi yapıyorlardı. Ne zamanki özel sektör bitki ıslahına el atıp yeni çeşitler geliştirmeye başladılar, işte o yıllarda (1930) çelikle (tohumla değil!) çoğaltılan krizantem gibi çiçekler için “BİTKİ PATENT YASASI” çıkartılmıştır.  1952’ye gelindiğinde ise tohumlu bitki çeşitleri için “BITKİ ÇEŞİTLERİNİ KORUMA YASASI” çıkartıldı. Burada olay, geliştirilen yeni bir genotipin ıslahçısı adına tescilidir.  Tescille ilgili bir seri koşul yerine getirilirken, yeni çeşit ıslahçısına bir seri avantaj sağlıyordu. Örneğin o çeşidin, bir başkası tarafından tohumluk veya üretim materyali olarak pazarlanamayacağı gibi… Bu haklar “ıslahçı hakkı” (royalite) olarak bilinir.

Gelişen teknolojiler güncel hayata, dile, doğal olarak hukuka da yeni kavramlar kazandıracaktır. Önce tohum teknolojisinde sonra da tarımsal biyoteknolojide yakalanan başarılar, hızla artan nüfusun beslenebilmesinde anahtar rol oynamıştır. En çarpıcı rakam, 1920’lerde 200 kg/da olan mısır veriminin 2020’lere gelindiğinde 800 kg/da’lara ulaşmasıdır[1]. Burada genetik biliminin bitki ıslahçıları tarafından başarı ile kullanımı büyük rol oynamıştır.

Biyoteknolojide Patent Devri

1990’larda biyoteknolojinin de devreye girmesi ile daha evvel bitkinin kendi çevresinde bulunmayan genler başka türlerden transfer edilerek (GDO = Genetiği değiştirilmiş organizmalar) hayatımıza girmiştir. 2020’lerde dünya transgenik (GDO’lu) ürün ekim alanı 190 milyon hektara ulaşırken (toplam ekim alanlarının %15’i) ticari tohum pazarının %36’sı bu kategoriye aittir. Transgenik çeşitlerle on binleri bulan tarımsal biyoteknoloji patentleri alınmıştır.

Türkiye’de ıslahçı hakları yasasının uygulanışı

2004 yılında5042 Sayılı “Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun” ve 17 Mart 2007 tarihli 5601 sayılı kanunla UPOV sözleşmesi TBMM tarafından kabul edilmiştir. Böylece yurtdışında geliştirilen bir çeşidin izinsiz olarak ekimi-dikimi engellenebilecek, diğer bir ifade ile ıslahçı hakkı ödemeleri garanti altına alınabilecektir. Böylece yüksek performanslı yabancı bir çeşit Türkiye’de de ekilebilecektir. Diğer taraftan yerli bitki ıslahçıları da geliştirdikleri yeni çeşidin sağladığı artı değerden yurt içinde ve yurtdışında ferdi (resmi araştırma kurumlarında ıslah yapanlar!) ve kurumsal olarak yararlanabilecektir. Bu uygulamalar sayesinde ıslahçılar geliştirdikleri çeşitlerin gelirleri ile yeni çeşitlerin ıslahı için kaynak elde etmekte, yetiştiriciler ise bu sayede hastalıklara daha dayanıklı, daha kaliteli daha güvenli ve daha verimli yeni çeşitlere kavuşabilmektedir. Bitki çeşitlerinin korunması sistemiyle, bu özelliklerin geliştirilmesi teşvik edilmekte ve çeşitleri geliştiren ıslahçıların hakları da bu sistemle korunmaktadır. Aynı zamanda ıslahçı hakkı tahsili, küçük çiftçi istisnası, koruma süreleri gibi detaylar bu yasa ve ilgili yönetmeliklerde yer almaktadırlar. Bugüne kadar ülkemizde 56 bitki türünde, 494 bitki çeşidi için başvuru yapılmış binlerce çeşit koruma altına alınmıştır.

Patentin Kötüye Kullanımı

Islahçı hak ihlalleri, hakların ilk yasalaştığı ABD’de başlamıştır[2]. 1930 yılında yürürlüğe giren BİTKİ PATENT YASASI ağırlıklı olarak vejetatif üreyen krizantem, gerbera, karanfil, gül gibi kesme çiçeklerle ilgili uygulamalara yönelikti. Konunun daha kolay anlaşılması için hemen ülkemizden bir örnekle yola çıkalım: “Islahçı hakları” ile ilgili olarak tüm düzenlemelerin yapılmasını takiben uluslararası örgütlere de üye olunmuş ve böylece koruma altına alınmış tescilli çeşitlerin royalite sözleşmeleri gerçekleşmeden, üretim ve ticaretinin yapılamayacağı benimsenmişti. Fakat her sektörde görülebilen “yasa ihlallerine” tarımsal üretim ve ihracatında da rastlanmaktadır. Nitekim AB’ye ihraç amaçlı kesme karanfil yüklü dört Türk tırına Macaristan gümrüğünde, gerekli lisans ve üretim sözleşmesine ait belgeleri ibraz edemediği için el konulmuştur. Çünkü uluslararası koruma altına alınan yani tescilli bir çiçek, ülkemizde izinsiz üretilip ihraç edilmeye çalışılmıştı.

Doğal olarak kötüye kullanım, patent hakkının ihlali gibi durumlar, ulusal yasaların yanında uluslararası düzeyde kurulan bir seri örgüt tarafından takip edilmektedir. Söz konusu örgütlerin başında şu kuruluşlar öne çıkmaktadır: U P O V (Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği), WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), TRIPS (Ticari Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu), CPVO (AB Topluluk Bitki Çeşitleri Ofisi) ve PVPO (Bitki Çeşitlerini Koruma Ofisi) gibi…

Nazimi Açıkgöz (whoIam: https://l24.im/4lm5Io)


[1] https://hasatturk.com.tr/2023/02/yesil-devrim-dunyayi-acliktan-kurtardi/

[2] Açıkgöz N, (2012) Bazı Çarpıcı Islahçı Hakları Dava Örnekleri. Terazi aylık Hukuk Dergisi (76), 54-57

Üniversitelerden Beklentilerimiz

Toplum, üniversitelerden araştırma konusunda öncelikle çözüm önerileri sunan, gerçek dünya problemlerine odaklanan ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilen araştırmalar bekler. Ayrıca bu araştırmaların etik, sürdürülebilir ve toplumsal fayda sağlayacak şekilde yürütülmesi de önemlidir. Toplum ayrıca araştırmaların sonuçlarının açık, anlaşılır ve erişilebilir olmasını da bekler. Ayrıca, üniversitelerden kaliteli eğitim, toplumsal sorumluluk, toplumla etkileşim, iş birliği, çevre dostu ve sürdürülebilir kalkınmaya katkı içinde olmasını da beklenir. Bu beklentilerin karşılanması için üniversitelerin multidisipliner çalışmalar yaparak toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek araştırmalar gerçekleştirmesi ve bu araştırmaların sonuçlarını toplumla paylaşması önemlidir.

Toplum, üniversitelerden araştırma konusunda öncelikle çözüm önerileri sunan, gerçek dünya problemlerine odaklanan ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilen araştırmalar bekler. Ayrıca bu araştırmaların etik, sürdürülebilir ve toplumsal fayda sağlayacak şekilde yürütülmesi de önemlidir. Toplum ayrıca araştırmaların sonuçlarının açık, anlaşılır ve erişilebilir olmasını da bekler.

Tarımsal açıdan toplum, üniversitelerden çeşitli konularda beklentiler içerir. Toplumun, üniversitelerden tarım ve gıda konusundaki beklentilerine bir göz atarsak, tarımın sürdürülebilirliği, gıda güvenliği, teknolojiler, israfın önlenmesi, gıda etiği ve adaleti konularına yönelmesini bekler. Bunların arasında tarımda verimliliği artırmaya yönelik araştırmalar, sürdürülebilir tarım uygulamaları, iklim değişikliği ve çevre konularına yönelik çözüm önerileri, tarım ürünlerinin kalitesini ve miktarını artırmaya yönelik çalışmalar, tarım teknolojileri ve dijital tarım konularında araştırmalar, tarım sektöründe istihdamı artırmaya yönelik projeler gibi konular da bulunmaktadır. Ayrıca toplum, üniversitelerden tarımsal araştırmaların pratik uygulamalara dönüşebilecek şekilde sonuçlar üretmesini ve bu sonuçların tarım sektörüne ve çiftçilere fayda sağlamasını bekler.

Üniversitelerimizin tarımsal AR-GE konusundaki durumlarına biraz yakından bir göz atalım. Batı üniversiteleri araştırma konularını seçerken ülke gereksinimlerine öncelik verirler. İlginçtir gelişmiş ülkelerin Ziraat Fakültelerinde, yüksek lisans tezlerinin %80’ni direk olarak ülke içindeki sorunlara yönelikken, Türk Fakültelerinde, söz konusu oran %10’ların altında kalmaktadır. Bunun ana nedeni, akademik yükseltmeler için geçerli kıstaslara göre yurt dışı yayınlara verilen önemdir. Yani Türkiye’ye yönelik bir konunun yurtdışında atıf yapılamama endişesi ile tezler ülke ekonomisi ile ilgili konulara yönelmiyor. Bu ve benzeri ekonomik önemdeki durumlardan YÖK’ü haberdar etmek yerinde olacaktır. Halbuki Türkiye’nin ithal ettiği tohum miktarı ile ilgili olarak görüş belirten bir eski YÖK başkanı “bir Türk aydını olarak kendisini çok küçük hissettiğini” dile getirmişti!

Konu yaşam bilimlerinden, tarımdan, gıdadan açılmışken Türk tohumculuğunun üniversitelerden beklentilerine değinmekte yarar olsa gerek. Ama önce bir durum saptaması yapalım:

Tarım ve Orman Bakanlığınca (TOB) 2020 yılında koruma altına alınan çeşitlerden:

  • Tarla bitkileri çeşitlerinin %25’i; meyvelerde çeşitlerinin %49’i; sebzede çeşitlerinin %4’i YERLİDİR.
  • Tahıl gurubunda kullanılan tohumlarımızın %35’i yurtdışı kaynaklıdır ve bunlar koruma altında olduğundan yüksek miktarlarda royalite-ıslahçı hakkı ödenmektedir.
  • Koruma altına alınan çeşidin %42’si yerli, geri kalan %58’i yabancı uyrukludur.
  • Maalesef söz konusu çeşitlerden %0,8’i üç üniversiteye aittir.

Peki Türk tarımına yabancı üniversitelerin katkısına da bir göz atalım: Cordoba üniversitesi zeytin, Regent  üniversitesi ceviz (anaç),   Clemson üniversitesi karpuzve California üniversitesi mandarin tescil ettirilmişlerdir. Yine iki İtalyan üniversitesi (Bologna ve Bari) kiraz ve zeytin çeşitleriyle tarımımızda yer alarak ekonomiye pardon kendi ekonomilerine katkı sağlamaktadırlar.

Şimdi bir de son durumları ile Türk üniversitelerine bir göz atalım. Hemen hemen her ilimize dağılmış 206 üniversite kısa zamanda yukarıda değinilen çeşit sorununa çözüm bulabilir. Bünyelerinde bulundurdukları bitki ile ilgili onlarca bölüm-birimlerinde gerek moleküler bazda ve gerekse fenotipe dayalı gen arayışına başlanılabilir. Tek bir gen farklılığının dahi tescil ettirilebildiği çeşit tescil sistemimizde bu çok cazip bir olgudur. Ve 150 kültür bitki türümüzün her birinde onlarca ilave genotipe-çeşide gereksinimimiz var. Kaldı ki ülkemize her yıl yeni türler geliyor.

Bir örnekle devam edelim. Havuç tarımı yazlık-kışlığı ile belirli yörelerde ekonomik önem kazanmıştır. Tek bir gram yerli tohum kullanamayan çiftçimiz tohumu nereden sağlanıyor dersiniz? Tabiiki yurtdışından. Kabak fidesi ile aşılanan karpuz gibi bitkilerin anacı, iki farklı kabak türün melezlerinden elde edilir.  Ve Türkiye söz konusu anaçların tohumunu da ithal etmektedir.

Türkiye daha önceki yıllarda tescil edilip koruma altına alınan yerli çeşitlerden onlarcasını ağırlıklı komşu ülkelere satmıştır. Burada satılan tohum değil çeşittir. Yani royalite-ıslahçı hakları ile. Bir örnek: Bulgaristan’a 4, Makedonya’ya 3, İspanya’ya 2, Ukrayna’ya 3 ve Rusya’ya da 2 çeltik çeşitleri satışlarını gerçekleştirmiştir[1]. Buradan ülkemizde çeşit ıslahının yapılabilirliğini ve ıslah edilen çeşitlerin yalnız komşularımıza değil, geniş coğrafyaya alıcı bulduğunu anlıyoruz. Şunu da eklemekte yarar olsa gerek. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinden hiçbiri tarımsal araştırma yatırımlarını Birleşmiş Milletlerin önerisi olan, tarımsal gelirin %1’ini araştırmaya yönlendirmemiştir. Yani yeni Türk çeşitleri için ihracat potansiyeli yüksek olacaktır.

O zaman gelin üniversite olanaklarını daha fazla gen araştırmalarına yönlendirmek üzere basit bir şema oluşturalım:

  • Önümüzdeki yıllar için tür bazında gereksinim duyulacak genotip gereksinimlerini öncelik sıraları ile belirlenmesi;
  • YÖK bünyesinde yönetsel düzenlemelerle ilgili bölümlerin tezlerde ve araştırma konularında ülke gereksinimi olan gen-genotip belirlemeye yönelik çalışmalara öne çıkarılması;
  • Tübitak ve diğer maddi kaynaklarda gene yönelik araştırmalara öncelik verilmesi;

Bitki ıslah yatırımlarında geriye dönüşlere bir göz atarsak, belki konunu önemi daha iyi anlaşılır. Yukarıdaki çizelgede Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Örgütünün (CGIAR) buğday, çeltik ve mısır ıslahında verilen harcamaya karşın sağlanan kazançlar yer almaktadır.  

Nazimi Açıkgöz (nazimi.acikgoz@gmail.com) benkimim (https://l24.im/4lm5Io)


[1] Açıkgöz 2023 Tarımımızda ARGE Sistemi Yeniden Yapılandırılmak Zorunda. 4. Tarımda Etik Dernek Kongresi tebliği. Ankara 16-17 Kasım 2023 (http://targetcongress.org)